16 Ağustos 2009 Pazar

Woodstock 40 yaşında...

Make Love, Not War sloganı altında Sex, Drugs and Rock'n Roll... Çiçek çocuklar yakıştırmasını sevmesem de, seçim şansı verilseydi, yaşamak istediğim belki de tek tarih aralığı o dönem olurdu... Müzik aşkına, politik bir duruşla, sorumsuzca yaşamak...

Dünya Wooodstock'ın 40. yıldönümünü kutluyor... 1968 kuşağının unutulmaz müzik festivalini... Yıllar boyu üzerine pek çok anlam yüklendi... toplumsal hareketlerin simgesi oldu, geçmişe özlem duyulan değerlerin de...

O günleri, yaşayanlar hariç anlamak ne kadar imkansızsa, benzer havayı yakalama çabası içinde tekrarlamak da o kadar anlamsız geliyor bana......

Herşey yaşandığı an ile anlam kazanıyor... Tüm doğruların bir araya geldiği o büyülü atmosferi tekrar yakalayabilmek mümkün değil oysa...

Bu tıpki, Guns 'n' Roses'ın 1987 yılında Appatite for Destruction'ı çıkardığında, Led Zeppelin'den sonra fenomen olmayı başaran ikinci grup olmasına şahitlik yapmak gibi birşey... Onu ancak o tarihe tanıklık eden şanslı kitle bilebilir... Grubu ve albümü yıllar sonra keşfedenlerin anlayabileceği bir durum değil yani...

Bırakın dünya Woodstock'ın yeni yaşını kutlasın, ben size benim Woodstock'ımı, Donington, Monsters of Rock Festivali 1988'i anlatayım...

Ankara Polis Radyosu yılları... Ben Meridyen'i, Şener Rock Dünyasını yapıyor... İkimiz de popüler iki dergide yazıyor, Ankara ve İstanbul'da rock dinleyicileri tarafından tanınıyoruz...

O dönemler Kerrang dergisini takip ediyorum... Donnington, Monsters of Rock festivalinin o yılki listesi açıklanınca büyük bir heyecan duyuyoruz...

(80'li yıllarda olduğumuzu unutmayın... Türkiye'de ne müzik kanalları, ne özel radyolar ne de konserler mevcut... ) Headliner'lığını Iron Maiden'in o en bildik kadrosuyla yaptığı bir festival için kim canını vermezdi ki o dönem... Ayrıca ikimizin de özel grupları listeye dahil olmuştu. Şener için Helloween, benim içinse GNR... Ne yapıp edip gitmeliydik...

O dönem bir fanclubımız var... konser organizasyonları da yapıyoruz... eh biraz da ailelerden yardım alınca parayı toparlıyoruz... Hemen Londra'daki bir tanıdığımız aracılığıyla iki bilet kapıyoruz... Biletler elimize geçmeden inanmak istemiyoruz... Zaman zor geçiyor...










Nihayet vakit geliyor ve İstanbul'dayız... Bir gece yatıyor, ertesi gün öğleden sonra otobüsle yola çıkıyoruz... Bulgaristan, İtalya, Fransa, oradan da gemiyle İngiltere... Birkaç gün süren yolculuk boyu, yeni yeni yerler keşfediyoruz... Ama aklımız konserde...

Birkaç gün benim bir arkadaşımda, sonrasında ise bir pansiyonda kalıyoruz... Londra'nın altını üstüne getiriyoruz... Bütün paramızı cd'lere yatırıyoruz... Saatlerce Tower Records, Virgin, Shades'de takılıyor, aç kalıyor ama cd'leri alıyoruz...

Ve o gün geliyor... Duygularımız anlatılacak gibi değil... İnanamıyoruz hala... Sabah erken saatlerde Londra'nın merkezinde konser alanına kalkacak otobüslerin bulunduğu alana gidiyoruz... O ne kalabalık !!! Otobüsümüzü bulup, biniyoruz... Bazı tipler gerçekten ürkütücü... bulaşmamak da fayda var deyip, gözlerimizi kaçırıyoruz... Bir kaç saat sonra Donington'dayız...

Biletlerimizi gösterip, dalıyoruz alana... Önce bir keşif yapıyoruz... Hayatımda bu kadar kalabalık görmemişim... Aynı amaç uğruna bir araya gelen binlerce rock sever... Net olmak gerekirse 107 bin kişi... Mönüde ise Helloween, GNR, Megadeth, David Lee Roth, Kiss ve Iron Maiden...

Her çıkan grupla hopluyor, zıplıyor, avazımız çıktığı kadar bağırıp, şarkılara eşlik ediyoruz... Müziği göğsümüzde hissetmek nedir anlıyoruz... Böyle bir şey yok... Sahneyi kah görüyor, kah insan seli arasında dalgalanıyoruz... Sırılsıklamız... Yağmurdan çok, havada uçuşan pet şişelerdeki sıvılardan...

Ve 80'lerdeki her metal dinleyicisinin hiç olmazsa bir kez görme şansına erişmek istediği o malum grup geç saatlerde sahneyi alıyor... Konser açılışlarını son albümlerinin giriş parçasıyla yapan Maiden kuralı bozmuyor... Seventh son of a seventh son'dan Moonchild yükselmeye başlayınca, ortalık çılgına dönüyor... İntro bitene kadar karanlıkta kalan bizler, Bruce'un parçaya girmesiyle aydınlanıyor... İşte karşımızdalar... İnanamıyoruz hala...

Dinlemeyi umduğum üç parçayı da çalıyorlar. 2 Minutes To Midnight, 22 Acacia Avenue ve Prisoner... Beklediğimiz parçalar çalınca Şener'le göz göze geliyor, herşeyin yolunda gittiğini bir şekilde onaylıyoruz...

Bu büyüklükte bir konserde bulunmak başka bir şey... Herkesin bir ağızdan söylediği parçalara katılmak, parçanın bir yerinde hiç tanımadığınız bireyle bakışarak sözleri birlikte söylemek ve o an bitince yine iki yabancı olmak... tüylerimizi diken diken ediyor bu duygu...

Öğle saatlerinde başlayan konser maratonu, gece yarısı sona eriyor... Yorgunuz... otobüsümüzü bulup, kendimizi zor atıyoruz içine... Londra'ya kadar uyuyoruz... Sabah erken olduğundan metrolar çalışmıyor daha... Tren istasyonunda bir bankta birbirimizin üzerine yatarak uyuklamaya devam ediyoruz... Gün ağarmasıyla kendimize geliyoruz... İçimizde, hem böylesine hayal denebilecek bir deneyimi yaşayabilmenin verdiği mutluluk, hem de bir hayalin sonunun getirdiği burukluk var...

Haberlerden öğreniyoruz... GNR sahnesi sırasında iki kişi ezilerek hayatını kaybetmiş... Şaşırıyor ve üzülüyoruz... (Festival bir sonraki sene yapılmıyor... Ama 1990'de ben yine oradayım, bu kez yalnız...)
Bir hayali gerçekleştirmenin ardından yaşanan boşluk hissiyle evimize dönüyoruz....

Hayatım boyunca pek çok konser izledim, ama hiçbiri bana 1988'de Donington festivalinin hissettirdiklerini yaşatamadı... tüm doğrular bir daha aynı anda bir araya gelemedi...

Donington 88'in ortamını biraz olsun görmeniz için... Iron Maiden'dan konserin açılış parçası, Moonchild...







1 yorum:

Eliza Doolittle dedi ki...

Ne etkileyici! Ben Ankara'li olmaya ragmen takvim farkindan kacirmisim fan club gunlerini :) 1988 festival anilari muthismis!

Konu Başlıkları