30 Eylül 2010 Perşembe

Devil...

Geçmişin günahları bir gün sizi de yakalar...

Senaryasonu M. Night Shyamalan'ın yaptığı film, daha çok Alacakaranlık Kuşağı bölümlerinden birini andıran, çıkış noktası ilginç olsa da, gerisi gelmeyen bir seyirlik...


Klostrofobik bir ortamda geçen hikaye, bir asansörde mahsur kalan beş yabancının anlaşılamayan ölümler karşısındaki tepkileri ve hayatta kalma mücadelelerini anlatıyor... Aralarında şeytanın bulunduğunu bilmeden...

Hikayesi heyecan verici olsa da temposu ve kurgusuyla gerilimi tırmandıramayan, oyunculuğuyla ortalama olan ''Devil'', sıradan bir film...

Robert Plant...

Bir önceki albümü, bol ödüllü ''Raising Sand'' ile çizgisini biraz değiştiren Robert Plant, yeni albümü ''Band of Joy'' ile kaldığı yerden devam ediyor...

Yeni grubu ile aynı adı taşıyan albümde Plant, yine rock tarihinin köklerine giderek rock'n'roll ve blues ağırlıklı çalışmalara yer vermiş... Yeni bir sound ile...


''Band of Joy'' Plant'ın dokuzuncu solo albümü... Rock dünyasının kuşkusuz en iyi grubu olan Led Zeppelin'in vokalisti Plant, yeni albümüyle iddiasız ama iyi bir çalışmaya imza atmış... Albümde Zeppelin esintileri aramak ise boşuna...

Baştan sona dinleyebileceğiniz albüm, Plant'ın yeni sounduna alışmak için iyi bir fırsat...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Resident Evil.Afterlife...

Alice zombilere karşı... Yine...

''Resident Evil. Afterlife''... Alice'in bir virüs sonucu zombiye dönüşen yaratıklarla mücadelesi, serinin yeni bölümünde de devam ediyor...

Hayatta kalmayı başaran bir grup ile biraraya gelen Alice, eski dostlarının da yardımıyla bu defa güvenli bölgeye ulaşabilmek için savaş verir...


Uçağın çatıya inmesi, çatıdan atlama ve dev zombiyle dövüş sahneleriyle renklenen film, buna rağmen ilki hariç diğer bölümlerinden farklı değil...
Tahmin edilebilir senaryoda pek de bir yenilik yok...

Milla Jojovich'in yeni projelerde yer almasının zamanıdır...

19 Eylül 2010 Pazar

The Other Guys...

"The Other Guys", bir toplumdaki popüler olanların gölgesinde kalan "diğerleriyle" ilgili bir komedi...

Marc Wahlberg ve Will Ferrell'in oynadığı film, bölümlerindeki iki parlak polisten boşalan ( spoiler vermeyeyim) yeri doldurarak saygınlık kazanmak hedefiyle zorlu bir görevi araştırmaya başlayan biri silik diğeri gergin iki göz ardı edilmiş polisin hikayesini anlatıyor...


Samuel L Jackson gibi ünlü isimlerin de konuk olarak yer aldığı film, mizah ve aksiyonu birleştiren senaryosuyla ortalama bir polisiye komedi..

The American...

''The American'', George Clooney'in en iyi filmlerinden biri...

Kiralık bir katilin yalnız dünyasına göz atan film, kurgusu, senaryosu ve sergilenen performanslarla seyirciyi fazlasıyla memnun ediyor...

Hikaye, yeni bir iş için İtalya'ya giden kiralık bir katilin, yeni görevine hazırlanırken, burada karşılaştığı rahip ya da hayat kadını olsun, yerli halk ile kurduğu ilişki ve bunun hayatında yarattığı farklılık üzerine kurulu...


Bu arada, kendi hayatı için de devamlı tetikte olmak zorunda olan katilin bu güç yaşamı, hayat kadını ile yaşadığı aşk ile az da olsa normalleşir...

Ritmi düşük olsa da, görselliğinin yanı sıra anlatımıyla da etkili olan ''The American'', yılın en iyi low profile filmlerinden...

18 Eylül 2010 Cumartesi

Rixos, İstanbul,U2... tatilin özeti...

Gecikmiş de olsa yaz tatiline ilişkin birşeyler yazmak istedim... Zaman geçince esprisi olmuyor ama...

Bir önceki tatil yazısında Antalya'ya gelmiştik... Aile ile geçen bir günün ardından, ertesi sabah bir hafta kalacağımız Tekirova Rixos'a hareket ettik... Bir saat süren yolculuktan sonra, otelimizdeydik...

Herşey dahil anlayışına pek itibar etmesem de, Rixos bu düşüncemi yumuşatmadı desem, doğru olmaz...

Otelde yerli turist neredeyse hiç yoktu... Ruslarsa her yerde... Alt yapı olarak oldukça donanımlı bir yer Rixos... Havuzuna Ada ile bayıldık... Neredeyse tüm gün içindeydik... Sibel ise bir iki kez sahili denedi ama kumsal ve deniz kum olmadığından pek memnun kalmadı...


Akşamları ise çouklar ve yetişkinler için ayrı ayrı eğlenceler vardı... Ama otel animatörlerinin sıkıcı gösterilerinden sanmayın... Luna park ise akşamları için ayrı bir can kurtaran oldu... Resim atelyesi ve mini club ise çocuklar için ideal...hoş Ada kendini çocuk grubuna sokmadığından mini club'a ısrarlarımıza rağmen katılmadı...

Yemeklerse oldukça lezzetliydi...

Sonuçta, dinlendik... Çocuklu aileler için tavsiye ediyorum...

Otelden sonra bir hafta da aile ile Antalya'da kaldık...

Ankara'ya dönüp Sibel'i işe bıraktıktan sonra, Ada ile İstanbul'a geçtik... Ada ile otobüs yolculuğuna bayılıyorum... O film izledi, ben müzik dinledim... Bolu'da yemek yedik... Sonra İstanbul, ablamlar...

Şansımıza hava Eylül başıyla birlikte soğudu... Sibel haftasonu geldi...

Bir yıl öncesinden Murat'ın biletlerini aldığı U2 konseri için hazırdık... Pazartesi günü öğlen Sibel ile attık kendimizi yollara... Kadıköy'den vapurla Beşiktaş'a, oradan Ortaköy'e gittik... Gezinip biraz, Beyoğlu'na yola koyulduk... Konser için taksi dolmuşlardan birine bindik... İki buçuk saatte stadyuma varabildik... Yol korkunçtu, arkamızdan Ankara'dan eğlenceli bir grup olmasına rağmen... Stadyuma vardığımızda alt grup son bir iki şarkısını söylüyordu... Murat'larla buluşup, bira alana kadar, grup sahneden inmişti... Umurumda mı... hayır.... Beklemeye başladık... Sonunda grup üyelerinin sahneye gelişlerinin dev ekranlarda görünmesiyle, heyecanımız arttı... Bir yıllık bir süreç ne de çabuk geçmişti...

U2'ya bayılmam... grubun seksenler ve doksanların başındaki albümlerini severim... Grubu o yıllarda izleyebilseydim, hislerim çok daha farklı olurdu diye düşünüyorum...

Konser başarılıydı... Beklenen parçalarını seslendiren grup, performansı ve sahne şovlarıyla bizden olumlu puan aldı...

Yine de daha az politik bir gösteri olsaydı, daha iyi olurdu gibi geliyor... Livaneli'nin sahne almasına ise hiç girmeyeceğim...kötü ve manasızdı...

Sonuçta gördüğüm en iyi konser değidi ama, U2'yu izlediğim için memnunum...

Konser dönüşü ise ayrı bir olaydı...

Ertesi gün ise İstanbul'daki en keyifli gündü diyebilirim... Sibel'in Sultan Ahmet'te çekimi olduğundan, hepbaraber gün boyu meydandaydık... Sibel önden gitti, ben, Ada ve ablam ile sonradan... Hava da iyi olunca, eğlenceli bir gün geçirdik...

Snrasında tekkeye geri dönüş...

11 Eylül 2010 Cumartesi

Piranha...

"Piranha", kesinlikle yılın en berbat filmi...

Bir yer sarsıntısı sonucu ortaya çıkan yarıktan dünyamıza giren tarih öncesinden kalma katil balıklar, bahar tatilinin yapıldığı bir beldede sorumsuz gençlere unutamayacakları bir gün geçirtir...

Soft pornonun, vahşet görüntüleriyle birleştiği filmi izlerken, bu zamanda böyle bir film yapmış olmalarına inanamıyorsunuz... Richard Dreyfuss, Elizabeth Shue ve Christopher Lloyd'un bu filmde ne aradıklarını anlamak zor...


Ama gel gör ki, Başak, Ümit ve Okan ile yapacak birşey bulamayıp, eğleniriz düşüncesiyle sinemada izlediğimiz film, klişelerle dolu ve zaman zaman insana yok artık dedirtecek derecede gülünç senaryosuyla bizi eğlendirmeyi başardı... Aslında gülme krizine girip, kendi kendimizi eğlendirdik... Film o kadar kötüydü ki, dalga geçip, gülmekten başka seçenek bırakmıyordu insana...

9 Eylül 2010 Perşembe

Machete...

''Machete'', Robert Rodriguez filmlerinin tüm unsurlarının barındıran, dolayısıyla yönetmenin hayranlarını mutlu edecek bir film... Yalnız bir tehlike var ki, Rodriguez'in klasik formülü artık eskisi kadar tat vermiyor...

Rodriguez'in, Ethan Maniquiz ile birlikte kotardıkları film, Meksikalı eski bir federal ajanın, kaçak olarak yaşadığı Texas'da işvereni tarafından oyuna getirilmesi sonrasında aldığı intikamı konu alıyor... Olabildiğince vahşi ve Rodrigues tarzı...


Kaçak göçmen sorunu alt metin olarak kullanan yönetmen, siyaset ve iş dünyasının kirli yüzünü de dahil ettiği senaryoda, Meksikalı bir kahraman yaratıyor...

Danny Trejo'nun Machete karakterini oynadığı filmde, şaşırtıci bir kadro var... Robert De Niro, Steven Seagal, Jessica Alba, Don Johnson, Jeff Fahey, Michelle Rodriguez ve Lindsay Lohan...

Rodriguez'in çizgi roman tarzı tekniğini bir süre bırakarak, yeni bir yöntem denemesinde fayda var...

Konu Başlıkları