Basın toplantısı için bakanlığa gidiyorum... Sevimsiz bir giriş kapısı... Kontrolden geçiyorum, kimlik gösteriyorum... Bankın arkasındaki ses, A bloğa gitmemi söylüyor... Oysa ben toplantının B blokta yapılacağını biliyorum... Ses çıkarmıyorum... Bir kaç adım atıyorum ki, arkamdan bu kez bir güvenlik görevlisi, bana toplantının B blokta olacağı uyarısında bulunuyor, kibarca... İçimden "Siz yokken biz buradaydık" diyorum...
Nizamiye yapılmadan önceki zamanlar ne kadar da farklıydı... Kapıdaki arkadaşlar bizi tanır, aramızda küçük sohbetler bile geçerdi... Ne kimlik, ne tarama... Aslında elini kolunu sallaya sallaya bir bakanlığa girmek de pek görülmüş değil ama, ben işin insani tarafını özlüyorum...
...
Irak savaşı dönemi... Diplomasinin yükselişte olduğu günler... Sabah akşam bakanlıktayız... Binanın giriş katı basın ordusu tarafından işgal altında... Gelen giden konukların haddi hesabı yok... Haber üstüne haber... Yoruluyoruz ama bir o kadar da keyif alıyoruz... Diplomaside olmadığı kadar sıkı bir kadro var, acayip bir de rekabet... Muhabir olduğunuzu hissettiğiniz yıllar...
İş yoğunlaşıp, kalabalıklaşınca bizi bakanlıktan uzaklaştırmak için yapıyorlar bir klübe... ya da bazılarının dediği gibi Medya Plaza... Artık günlerimiz talaş kokusu içinde, kışın soğuk, yazın sıcak derme çatma bir yapının içinde geçiyor... Bahar ve yaz ayları favorim... Haber molalarında plastik sandalyeleri dışarı atıyor, bir güzel kaynatıyoruz... Kimi zaman sohbet, kimi zaman oyun (sayı bulmaca-sessiz sinema), kimi zamansa güneşleniyoruz... Müsteşar saatleri... ardından alışkanlık yapan Cuma rutinleri... Tüm gün bakanlıktayız...
Bütün gün dışarıda kalıp, aç kalmak olur mu... Kantin artık en yakınımız... Köme, Kukla, Ciğer 52, Happy Days kurtarıcılarımız... O zamanlar bakanlığın bahçesindeki küçük işletme ise işin bonusu... Çarşambaları balık yiyoruz...
Tüm bu görüntüler, toplantının yapılacağı binaya gidene kadar gözümde bir bir canlanıyor... O dönemden pek birşey kalmamış artık... Herşey, herkes yabancı...
Toplantı bitiyor... Sözcünün çevresi sarılıyor, başlıyor bir terane... Arkadan izliyorum... Yeni yeni suratlar... Tanıdıkları gözlerim arıyor, üç ya da dört... Topluca hareket etme, sosyalleşme devirleri çoktan geçmiş...
Aynı tatsız durum iş yerinde de yaşanıyor bu aralar... Önce Nihat'la Senem, sonrasında Duygu ile Başak... Şimdiyse Aslı ve Mehmet gitmeye hazırlanıyor...
Demirbaş misali kalıyoruz Gülsen'le geride... Her defasında yeniden başlamak zor geliyor artık... Alışmak, alıştırmak... Sen de git diyorlar... Birkaç gün kafam karışık dolaşıyorum... Sonunda, "Belki başka ve iyi şartlarda olsaydı" diyorum...
Kalıyoruz yerimizde... Eski yerimizde yenilerle...
2 yorum:
Canımmmm,n'apalım giden gitsin, biz de yerimizde sayalım. Sağlık olsun...Acilen yemek organizasyonu istiyorummmmm : )))
o dönemleri yakalayamadık ne yazık ki biz, evet.
ondan mı kolay oldu gidişimiz?
belki.
hüzünlendim ama. içimi cız ettirdin be üstad...
bakarsın döneriz, hı? kaldığımız yerden, yeniden...
Yorum Gönder