Filmleri sinemada izlemenin keyfi tartışılmaz...Ancak bizim gibi yaşadığı kentte bir yakını bulunmayan ve küçük çocuğu olan ebeveynler için sinemaya gitmek, artık lüks zevler arasında yer alıyor... Yılda bir elin parmakların geçmeyecek kadar filmi sinemada izleyebiliyoruz. O da Ankara'ya bir yakınımız gelecek de, çocuğu ona bırakıp, bir akşam kaçamağı yapacağız... Ancak gitmekle de iş bitmiyor... Aklınız evde kaldığından, filmden bir halt anlamıyorsunuz, aramızda kalsın... (Aman çocuk yapacak sinema düşkünlerini korkutmayalım) Ama sosyalleşmeye duyulan özlemle, kendinizi yollara atıveriyorsunuz...
Çocuğunuz büyümeye başladığı zaman ise sinema yasağınız yavaştan kalkıyor. En azından bizde öyle oldu. İster evimizdeki sinema çilgınlığı değin, isterse genler... Şanslıyım ki, kızım da benim gibi film düşkünü... Evde, benim ki kadar olmasa da, hatırı sayılır bir DVD kolleksiyonu var.
Çocuğunuzla film izlemekse ayrı bir zevk... Bu işi bir de sinemada yaparsanız değmeyin keyfinize... Bir filme kaptırmışken bazen aranızdaki tek farkın sadece görüntüde olduğunu fark ediyor ve şaşırıyorsunuz...
Cumartesi günü de Ada ile yeni bir sinema macarası için kolları sıvadık... Sabah erkenden internet üzerinden İce Age 3'e bilet aldık...Yerleri Ada seçti... En arka, orta... Babasının kızı... Malum bizim gibi herkesin de bu filmi beklediğini düşünerek, açıkta kalmak istemedik...
Film zamanı gittik Panora'ya... Gişe bomboştu... Bozum olduk... Biletlerimizi elektronik gişeye okuttuk ve içeri süzüldük... (Flashback...) Sinema gerçekten büyülü bir yer benim için... Küçükken gittiklerimi hatırlıyorum da. O zamanlar sinemalar daha tek salonlu, öyle kaliteli, rahat koltukları yok... Büfelerde şimdikiler kadar çeşit yok ama daha lezzetli geliyor herşey... Ve eski sinemaların olmazsa olmazları, teşrifatçılar... Ve o gong sesi... Duyunca içimi bir heyecan kaplardı... Sonra etraf kararır ve film makinasının o bildik sesiyle, başbaşka bir dünyaya açılan serüven başlardı..... Ah bir de şu aralar olmasa...
Film saati yaklaştıkça lobi de kalabalıklaşıyor... Anne babasını kapan sinemaya gelmiş... Çocukların suratlarında heyecanlı bir bekleyiş var... Ada da sabırsız... Bir an önce salona girmek istiyor... Ama önce patlamış mısır ve içecek alıyoruz... Kapılar açılıyor, dalıyoruz içeri... Ada için bir yükseltici kapıyor, en arka sıradaki yerimize kuruluyoruz... Ada için bu filmin bir başka özelliği ise üç boyutlu olması...Siyah gözlükler çok cool gözüküyor...
Ve film başlıyor...Buz devri-Dinazorların şafağı... Şimdi buz devrinde dinazorların işi ne demeyin... Hayallerin sınırı yok...
Sid, Diego ve Manny ile başlayıp, Ellie ve posum kardeşlerin katılmasıyla genişleyen ailenin yeni macerasını izlemeye hazırız... Bu kez hikaye, sakar Sid'in dinazorların dünyasına açılan gizli bir geçidi keşfetmesiyle başlıyor... Bulduğu üç dinazor yumurtasına annelik yapmak isteyen Sid, gerçek anne tarafından kaçırılınca, bizim çete yabancı oldukları bu dünyada tehlikeli ama bir o kadar da eylenceli bir macaraya atılıyor... Dinazorların dünyasında bir de yeni bir karakterle karşılaşıyoruz. Buck... Tek gözlü sansar Buck, hayatta kalma yetenekleriyle, çetenin yardımına koşuyor... Aile olmak için illa kan bağına ihtiyaç olmadığını, dostluğun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seren film, sıcak ve eylenceli hikayesiyle yine kalpleri fethediyor... Komedi öğesi bu kez daha ağır basın filmde, bir öncekinde olduğu gibi küresel ısınma gibi bir soruna da parmak basılmıyor... Benim favorim yine de ilki..
Filmin en eylenceli sahneleri ise, diğer ikisinde olduğu gibi, yine sincap Scrat'a ait... Yan hikaye olmasına rağmen, Scrat ve palamutunun filmin ana karakterlerinden çok daha popüler olmasına şaşmamalı... Hele bu defa Scrat'ı kız arkadaşıyla izlemek ayrı bir eğlence...
Sinemada zaman zaman çocukların filme müdahaleleri ya da kendince açıklamaları ise seyire farklı bir keyif katıyor... Film çocuklar kadar, yetişkenleri de mutlu etmeyi başarıyor, hatta daha fazla... Filmdeki bazı çevirilerin kesinlikle yetişkin seyirciye yönelik olduğunu da hemen belirtelim... Seslendirmeye diyecek söz yok zaten... Yine de DVD'si çıktığında filmi bir de orijinal haliyle izlemek şart... Zira kadroya yeni katılan Buck'ı seslendiren Simon Pegg hayranı olarak, Pegg'ın filme neler kattığını duymak isterim... Bu arada, Pegg'in "Shaun of the Dead" ya da "Hot Fuzz" filmlerini izlemediyseniz...bilmiyorum artık... Tabi İngiliz komedisinden hoşlanıyorsanız...
Ada filmi o kadar çok beğendi ki, hemen ikinci defa izlemek istedi...Bense onu McDonald's'a götürüp, filmin oyuncaklarını alarak kandırmayı başardım... Baba kız hafta sonu şöyle güzelce vakit geçirdik anlayacağınız...
Bu yazıdan çıkarılacak ana fikir ise çocuk yapmaktan korkmayın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder