31 Mayıs 2009 Pazar

Muhabir kalmak, genç görünmek ve Benjamin Button’u anlamak üzerine

Sibel'cim geçen günlerin birinde eski muhabirlerden ortak bir adem arkadaşımızı görmüş. Hoşbeşin ardından muhabirlikten ""sorumlu kişiye"" terfi etmiş olan arkadaşımız Sibel'e beni sormuş ve ''hala muhabirlik mi yapıyor'' demiş. Babababak......Sibel de, evet hala muhabirlik yapıyor ve işinden de gayet memnun cevabını yapıştırıvermiş. O da, pot kırdığını veya densizlik ettiğini ya da yanlış anlaşılmaya açık bir söz sarf ettiğini fark ederek,'' ben de alanda olmayı özlüyorum aslında canım' gibilerinden birşeyler gevelemiş.

Şimdi adama densiz falan dedik ama bu durumda da kendimizi alıngan pozisyonuna sokmayalım. Çünküsü( Ada'nın değimiyle) öyle birşey yok. Bundan alınmam söz konusu olamaz, Yok yok gerçekten alınmadım. Sadece alınacağımın düşünülmesinden biraz rahatsız oldum.

Ben muhabirim ve muhabir kalmak istiyorummmmmmm. Bu ülkede muhabirlikten emekli olan yok mu ya.

Şimdiiiiiiiiiiiii. Yeri gelmişken kendi özelimde genel bir konuya parmak basıyorum. Türkiye'de muhabir olmak ya da ‘yaş ilerlerken müdür olamazsan sana yuh derler’ anlayışı.

Okulu olmasına rağmen diğer meslek dallarından mezun hevesli arkadaşların da yapabileceği bir işte çalışmak, baştan insanın moralini bozuyor tabii. Sonuçta ortaya sanki kalifiye olman pek de gerekmiyormuş gibi bir görüntü çıkıyor. Üzücü.

Şimdi bu, okullu mu alaylı mı tartışmalarına benzeyecek ama neyse biz devam edelim. (Bu arada şimdi kelimesini çok kullandığımı fark ettim, şimdiye kadar üç oldu)

Artık öyle bir noktaya gelmişiz ki adam, 35'ine geldi mi, iş tamam. Birazcık da işinde parlaksa, hooooop alıyorlar ya müdür yapıyorlar ya anchorman ya da köşe yazarı. Adam alanda tam verimli olacağı bir dönemde masa başına hapsoluyor. (Tabi bunu terfi ya da statü atlama olarak düşünenler de olabilir :)
Eh... biraz da prestij kazanmanın verdiği heyecanla verilen bu unvanları elinin tersiyle itecek babayiğitin çıktığı da pek görülmüş değildir hani. (Türkiye şartlarında terfiyi kabul etmemek de ne kadar gerçekci, orası tartışmaya açık – İdealist olmak gerekli sanırım. Haşa ben değilim)
Peki bu adamları kırklarında ya da ötesinde ne yapacaklar. Paşa mı? Zati donanımsız erken ahkam kesmeye başlayanların dedikleri veya yazdıkları kendiliğinden okur ve seyirciyle buluşmuyor. Doğal selection diyoruz biz buna.
Medya sektörü düşünüldüğünde, yaptığı işi bu kadar aşağılayan başka bir meslek grubu var mı dır bilmiyorum. (Başka mesleklerden okuyanlar varsa, "Olma mı, var tabi. Bizim sektör de öyle" dediklerini duyar gibiyim. Bu arada, Olma mı lafı bana hep Babam ve oğlum filmini hatırlatır. "Dilim lal olaydı. Benim yüzündennnnnnnnnn…….." Ne sahneydi ama……)
Konuyu fazla dağıtmayalım.
Benim de bir zamanlar birlikte haber izlediğim ancak şu anda çalıştıkları kurumlarda müdür ya da sorumlu olan pek çok arkadaşım var. Good for them. Nedenleri onları ilgilendirir.
Oysa gevur ellerinde böyle mi oluyor. Hepimiz CNN INT'ı izliyoruz ya da Beyaz Saray muhabirlerinden haberdarız. Kafalarındakiler dahil bilmem nerelerindeki kılları ağarmış amca ve teyzeler hala ayaktalar ve işlerini hakkıyla yapıyorlar. Ne mutlu onlara...
Bir defa muhabirlik (hoş bizim yaptığımıza aktarmacılık demek daha doğru), manken ya da sporcu olmak gibi belli yaş aralıklarında yapılacak mesleklerden değil ki. Neden bu sektörde son nokta muhabirlik değil de, editörlük, müdürlük vs.
Ben de üç üniversite değiştirmem! nedeyiyle ancak 1993'da girdiğim bu sektöre TRT'de 'Ateş Hattı' programıyla başladım, sonra Kanal 6'da 'Pusula, CTV'de 'CTV'de Sabah' programları geldi. NTV (dört günlük bir şey...) derken, TV 8'de de bir süre editörlük ve muhabirlik yaptım...Şimde de ajanstayım..
Sorarsanız, şu anda yaptığım işten memnunum. (Tatsız yanları yok değil ama hangi işte yok ki) Tabii yurt dışı seyahatler işin bonusu. Bu artı olmasaydı yine aynı düşünür müydüm, bak onu bilmiyorum. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal bakımdan idare edebildiğim sürece de alanda kalmaya niyetliyim.
Benim durumumda, yaşımı da göstermediğim için henüz, (burada kaşlar yukarı doğru iki defa oynatılıyor) alanda dolanmam pek de dikkati çekmiyor. Beauty is a curse-Nip/Tuck.
Bu yaş olayı avantaj mı değil mi zor bir soru. Benimkisi genlerle ilgili. (Ama genlerini beğeniyorum espirilerini artık duymak istemiyorum)
Beslenmeme yeni yeni dikkat etmeye başlasam da, kısa aralıklarla düzenli yaptığım sporu bir türlü rutine dönüştüremememe (ne çok meme oldu) üzülüyorum. (sabah altıda kalktığım Renewa yıllarımı ve 'açtım aşk defterini' şarkısıyla kahvaltı hazırladığım günleri başka bir yazıya saklıyorum)
Görünüş açısından, 1.94 boy olunca kilolar fazla sırıtmıyor. Ama saçlarda beyazlar ve üstlerden seyrelme var tabii. Ancak vahim bir durum söz konusu değil henüz (en azından Sibel’e göre)

Yani benim yaşla ilgili bir sorunum yok aksine bazan genç göstermek işime gelmiyor doğrusu. Bunun için gözlük kullanmayı bile düşündüm. Hoş yakın gözlüğüm var ama onu takmak kendimi olgun değil yaşlı hissettiriyor. Al sana bir dilemma. (İnsanları mutlu etmenin yolu yok arkadaşlar.)
Şimdi (al bir tane daha, kaç oldu yazı sonunda soracağım) insan genç gösteriyor diye sorun yapar mı demeyim. Şöyle bir örnek vereyim. Yakın gözlüğü almaya gidiyorum, gözlükçü hanım, sorgular şekilde "Yakın gözlüğünü biz kırktan sonra veriyoruz, sizin için biraz erken değil mi" diyor.
Ben de " hanım hanım kırkı geçeli yıllar oldu" demek istiyorum ama, sohbeti sahte gülücüklerle tatlıya bağlıyorum. Benzer olaylar sıkça olunca, işin tadı da ister istemez kaçıyor tabii.

Usta yönetmen David Fincher'in pek de beğenmediğim Benjamin Button filmi aklıma geliyor. Benzerlikse şurada: Görüntü kurtarsa da, yaş orada duruyor. Kırk yıllık bir hayatı barındırıyorsunuz içinizde. Ona göre davranıyor, düşünüyor ve ona göre karşılık bekliyorsunuz. Di mi ya.

Ben de 'Bu yüzdendir sitemim, bu yüzdendir anlaşılamama endişem'' diyorum (Sezen Aksu şarkısı gibi oldu) ve konuyu kapatıyorum...

1 yorum:

TC dedi ki...

"beauty is a curse" müş!! haspam!

Konu Başlıkları