30 Haziran 2009 Salı

Gecikmiş bir yazı...

İki yıldız...Biri çocukluğumun, diğeri gençliğimin...Farah Fawcett, Micheal Jackson...İkisi de geçen hafta bir sebepten bu dünyadan ayrıldı...

Fawcett'le Kayseri'de okuduğum orta okul yıllarında tanışıyoruz... Erkek egemenliğindeki dünyadamızda, hiç bir zaman göremediğimiz gizemli patron Charlie için çalışan genç, güzel ve yetenekli üç kadının (Jill, Kelly ve Sabrina)macaralarının anlatıldığı bir dizide oynuyor. Charlie'nin Melekleri...

Her çarşamba akşamı bu üç cesur ajanın başına gelenleri heyecan ve merakla izliyoruz... Jill, dalgalı sarı saçları ve kocaman gülümsemesiyle üçlünün en seksisi şüphesiz... Hey dergisinin verdiği o meşhur posteri o dönem duvarına asmayan var mıdır bilmem... Ben dahil... (Ama yine de Sabrina'yı beğeniyorum...)

Jill, diğer ikisinin bilgi ve becerilerinin yetersiz olduğu durumlarda, dişiliğini sergiliyor ve sorunlar çocuk oyuncağıymış gibi çözülüveriyor... Aslında dizi, farklı kadın tiplerini ve yöntemlerini tanımak açısından özellikle ben yaştakiler için ayrı bir özellik taşıyor... Diziden ayrılınca hepimiz çok üzülüyoruz, yeni melek Jill'in yerini hiç bir zaman dolduramıyor...

Önce altı milyon dolarlık adamın karısı, ardından Love Story'deki Oliver'ın aşkı oluveriyor...
Sonrasındaysa... yıllarca ortalarda görünmüyor... Onu hep o posterdeki haliyle hatırlayacağım...

ODTÜ...Üniversitenin ilk yılları...Off the wall ile Jackson five döneminden kurtulan Michael, tüm zamanların en çok satan bir sonraki albümü Thriller ile kasıp kavuruyor... Albümü fazla popüler diye almamak için direniyorum...Albümden çıkan her parça mı hit olur... Yenilip, sonunda alıyorum...

Beat it... Thriller'in benim için en özel parçası... Eddie Van Halen'ın solosuyla parça bugün de bende aynı etkiyi yaratıyor... Sürekli dinlediğimiz o günlerde, apartman komşularımız kapımızı sıkça aşındırıyor...

Küçük bir anı: Hiç unutmam (hadi ya) bir gün gecenin bir yarısı sokakta Beat it'i dinliyoruz...Ses sonuna kadar açık, bizler de parçaya eşlik ediyoruz... Gençlik işte...Bir apartmanın son katında önce bir ışık yanıyor, ardından pencere açılıyor ve bir adam bize okkalı birşeyler söylüyor... Aldırış etmiyoruz... Genciz...Ve yaptığımız, genç olmanın gerektirdiklerinden sadece biri gibi geliyor bize... (Ne! Kavga ettik falan diyeceğimi beklemiyordunuz di mi, sadece şarkı ile ilgili aklımda kalan bir ayrıntıydı, hepsi bu)

Devam ediyoruz... Thriller'in ardından Bad geliyor...Seksenli yıllar müziğiyle, dansıyla, videolarıyla Michael'a haklı bir ünvan da kazandırıyor, Popun Kralı...

Doksanlı yıllar ise seksenler gibi parlak geçmiyor...ya da ben artık onun parçalarını dinleyemiyordum... Birşeyler eksikmiş gibi geliyor...

Ve özel hayatı... Bir sürü iddia, spekülasyon, safsata...Hiç ilgilenmiyorum... Onun da dediği gibi ''Leave me alone'' herkese iyi bir cevap oluyor...

Şimdi de bir sürü şey denecek onun için... Deniyor da... Michael ile ilgili karbon kopya misali kanallarda verilen "Siyah geldi, beyaz gitti" manşetleri, basınımızın konuya bakış açısını ne güzel özetliyor...Yazık...Bu incelikten uzaktakilere yine onun bir şarkısıyla yanıt veriyoruz...It doesn't matter if you are black or white...

Bense elimi orama götürüp, onun meşhur çığlıklarından birini atarak, Michael'i selamlamak istiyorum...

Hiç yorum yok:

Konu Başlıkları