13 Ekim 2010 Çarşamba

Eat pray love...

Ya da gecenin köründe beni spagetti ve pizza krizine sokan film...

Eskisi gibi sinemaya gidemediğimizi, genelde bu işi interneten hallettiğimizi daha önce yazmıştım... Geçen akşam Sibel ile yıllık sinema kaçamaklarından birini yapalım dedik... Julia Roberts'ı sevdiğinden ve konusu ilgisini çekebileceği düşüncesiyle ''Eat pray love''a gittik...

Kadın filmi, hoşuna gider dedim... Türü küçümsediğimi sanmayın, ''Thelma and Louise'' en sevdiğim filmler arasındadır...


Yaşlanmış ve popüleritesi inişe geçen Roberts'ı, o en çok satan kitaptan uyarlanan filmde görmek için Ada'yı Nunuş ile bırakıp, Panora'ya gittik...

Bilet, mısır ve cola üçlüsünün ardından, fazla kalabalık olmayan salonda yerimize geçtik...

Hikaye, hayatı sorgulan bir kadının, kendini bulma yolculuğunu anlatıyor... İtalya, Hindistan ve Bali'de geçen film renkli görüntüleriyle etkileyici ancak hikaye o kadar dağıtılmış ve uzatılmış ki içinde kayboluyorsunuz...

İtalya'da ''Dolce per niente' 'yi yani birşey yapmamanın keyfini keşfeden kahramanımız, Hindistan'da kendini affetmeyi, Bali'de ise kalbini dinlemesini öğrenir...

İlk yarısı hayal kırıklığı olan film, ikinci yarıda biraz toparlıyor... Bu arada, Sibel bir ara kestiriyor... Kızamıyorum... Film, seyircinin ilgisini uyanık tutamayacak kadar durağan...

Filmin tek iyi yanı Richard Jenkins'in oyunculuğu...

Tamamen şişirilmiş olan hikaye, seyirciye yeni bir şey sunmuyor...

Kendini aramak diye birşeye pek inanmıyorum... Uzaklaşmak ve yalnız kalmak tamam ama, bunu yaparken hayatın anlamını bulacağım diye elindekileri kaybederek mutsuz olmaya anlam veremiyorum...

Hiç yorum yok:

Konu Başlıkları